Türk-Amerikan İlişkilerinin Derin Tarihi ve Obama Dönemi: İnişler, Çıkışlar ve Yeni Umutlar
Kırmızı Hat programında bu hafta, Türk-Amerikan ilişkilerinin 200 yıllık tarihini ve Barack Obama’nın 44. ABD Başkanı seçilmesiyle başlayan yeni dönemi ele alıyoruz. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Soğuk Savaş’tan 21. yüzyıla uzanan inişli çıkışlı bir geçmiş, iki ülke ilişkilerini şekillendirdi. Obama’nın seçilmesi, hem dünyada hem de Türkiye’de farklı tepkilere yol açtı. Bu makalede, tarihi dönüm noktalarını, krizleri, iş birliği alanlarını ve Obama dönemine dair beklentileri detaylıca inceliyoruz.
Obama’nın Seçilmesi: Dünyada ve Türkiye’de Yankılar
1 Kasım 2008’de ABD, 44. başkanını seçti. Barack Obama, “Bizler bireyler topluluğu ya da kırmızı ve mavi eyaletler topluluğu değiliz; bizler her zaman Amerika Birleşik Devletleri olacağız,” diyerek zaferini ilan etti. Soğuk Savaş’tan beri dünyanın en merak edilen seçimlerinden biri olan bu süreç, farklı tepkilerle karşılandı. Bir yanda barışçıl bir Amerika beklentisi, diğer yanda “Beyaz Saray’da kimin oturduğunun önemi yok, ABD saldırganlığını sürdürecek” görüşleri hakimdi. Türkiye, Obama’nın seçilmesini memnuniyetle karşıladı, ancak seçim kampanyasında Türkiye aleyhine yaptığı açıklamalar ve 1915 olaylarına dair söylemleri temkinli bir yaklaşımı beraberinde getirdi. Obama ve yardımcısı Joseph Biden’ın Ermeni lobilerine yakın duruşu, ilişkilerin geleceği için soru işaretleri yarattı.
Türk-Amerikan İlişkilerinin Başlangıcı: Osmanlı Dönemi
Türk-Amerikan ilişkileri, 1776’da ABD’nin bağımsızlığını kazanmasıyla temelleri atılan bir süreçtir. Ancak resmi kayıtlar 1800’lerden itibaren tutulmaya başlandı. Genç ve dinamik bir devlet olan ABD ile yaşlı ve dağılma sürecindeki Osmanlı İmparatorluğu’nun ilişkileri başlangıçta sınırlıydı. Amerikan gemileri, İngiliz bayraklarıyla İzmir Limanı’na gelirken, Osmanlı bu yeni devlete fazla ilgi göstermedi. İlk temaslar, Kuzey Afrika kıyılarında gerçekleşti; Pentagon’un koridorlarında Türk ve Amerikan bayraklarının yer aldığı, sarıklı Osmanlı askerlerinin Amerikalılarla mücadele ettiği tablolar bu dönemi yansıtır. 1800’de İstanbul Limanı’na demirleyen George Washington adlı savaş gemisi, Osmanlı’nın dikkatini çekti. 1821’deki Mora İsyanı’nda ise ABD, Yunan halkının bağımsızlığını destekledi; Amerikalı gönüllüler kiliselerde organize edilerek isyana katıldı.
Osmanlı-ABD Anlaşmaları: Donanma ve Silah Ticareti
1830’da Osmanlı ve ABD arasında ilk resmi anlaşma imzalandı. Osmanlı, yeni bir donanma inşa etmek için ABD’den savaş gemileri almak istedi ve gizli bir maddeyle bu talebi anlaşmaya ekledi. Ancak Amerikan Senatosu bu maddeyi reddetti. Padişah II. Mahmut, Osmanlı arşivlerine “Bu Frankler böyledir, sözlerinde durmazlar,” notunu düşerek hayal kırıklığını ifade etti. Yine de Amerikan hükümeti, Senato kararını delerek uzmanlarını Osmanlı tersanelerine gönderdi. Robert Eckford liderliğinde Aynalıkavak Tersanesi’nde 10 yıl boyunca Amerikan tipi savaş gemileri üretildi. 1861-1865 Amerikan İç Savaşı sonrası terhis edilen askerlerin silah stokları, Osmanlı’ya satıldı. 1860’ta 45,000 tüfekle başlayan ticaret, 1864’te 239,000 tüfek ve 1,331,000 dolar seviyesine ulaştı. “Atma Martini” türküsü, bu dönemin martini tüfeklerini yansıtır.
Misyoner Faaliyetleri: Osmanlı’da Gerilim
1820’de Amerikan misyonerleri Osmanlı topraklarına ayak bastı; önce Suriye, ardından Beyrut ve 1826’da İstanbul’a geldiler. Başlangıçta Müslümanlar değil, Hristiyanlar için sorun olan misyonerler, Ermeni ve Duzi patriklerinin şikayetlerine neden oldu. Patrikler, “Amerikalılar cemaatimizi dinsizleştiriyor,” diyerek Babıali’ye başvurdu. 1880’lerden itibaren misyonerler, Müslüman kesimlerde de sorun yarattı. Amerikan ve Fransız devrimlerinin milliyetçilik fikirlerini yayan misyonerler, Balkanlar’da ayaklanmaları körükledi. 1875 Bulgar Ayaklanması’nın öncüleri Robert Kolej mezunuydu. 1889-1915 arasında 380,000 Ermeni, bu misyonlar aracılığıyla ABD’ye göçerek bugünkü Ermeni lobilerinin temelini oluşturdu. Misyonerler, “Müslüman zulmü altındaki Hristiyanlar” propagandasıyla Osmanlı’nın imajını zedeledi.
Savaş Gemisi Diplomasisi: İzmir Krizi
Misyoner faaliyetleri, iki ülkeyi savaşın eşiğine getirdi. Maraş’taki Ermeni İsyanı sırasında Hamidiye topçusu bir Amerikan okulunu bombaladı. ABD, 90,000 dolar tazminat talep etti, ancak Osmanlı bu borcu yıllarca ödeyemedi. 1890’larda ABD Başkanı McKinley, Akdeniz donanmasına emir verdi ve İzmir Limanı’nı ablukaya aldı. Osmanlı’ya verilen 48 saatlik ültimatom sonrası para ödendi, kriz sona erdi. Bu olay, ABD’nin “savaş gemisi diplomasisi” taktiğinin bir örneğiydi.
Birinci Dünya Savaşı ve Sevr Süreci
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı, 1917’de ABD’nin Almanya’ya savaş ilan etmesiyle ilişkileri kesti, ancak iki ülke birbirine savaş ilan etmedi. Bu nedenle ABD, ne Sevr ne de Lozan’da imzacı oldu. Başkan Wilson’ın 14 noktası, Sevr’in çerçevesini belirledi; Müslüman çoğunluklu bölgelerin Osmanlı’da kalması ve Boğazlar’da seyrüsefer serbestliği öngörülüyordu. Ancak Wilson, bağımsız bir Ermenistan ve Kürt bölgesi fikrini destekledi. Sevr’de Ermenistan sınırını çizme görevi Wilson’a verildi, fakat Ankara’nın 1920’de Ermenistan’la imzaladığı Gümrü Anlaşması bu planı bozdu. ABD, Ankara hükümetini uzun süre tanımadı; ancak Fransa’nın tanımasının ardından 1920’lerde bir ticaret ataşesi ve diplomat Robert Imbrie’yi Ankara’ya gönderdi.
Milli Mücadele ve Amerikan Mandası Tartışmaları
Milli Mücadele döneminde Amerikan mandası fikri gündeme geldi. İngiltere’nin yönlendirmeleri ve Wilson’ın istekliliğiyle bu konu tartışıldı. İstanbul’a gönderilen bir heyet, Ermeni devleti kurulmasını ve Türkiye’nin Amerikan himayesine alınmasını önerdi. General Harbord liderliğindeki diğer heyet ise Sivas’ta Mustafa Kemal’le görüştü ve daha dengeli bir rapor sundu. Ancak ABD’nin Milletler Cemiyeti’ni reddetmesi nedeniyle manda fikri hayata geçmedi. Lozan Anlaşması’nda ABD gözlemci olarak yer aldı, fakat İsmet Paşa’nın ABD’yi yanına çekme girişimleri sonuçsuz kaldı. Türkiye, kapitülasyonları kaldırarak ve Ermeni devleti fikrini engelleyerek Lozan’da taviz vermedi.
1920’ler ve 1930’lar: Kontrollü İlişkiler
1927’de iki ülke diplomatik ilişkileri resmen kurdu. İlk büyükelçiler Cazif Crew ve Ahmet Muhtar Bey oldu. Amerikan Büyükelçisi sıcak karşılandı; Türk basını, “Türk milleti Amerika’ya derin bir muhabbet hisseder,” yazdı. Ancak Ermeni lobilerinin protestoları nedeniyle Türk Büyükelçisi, ABD’ye aylar sonra ve yoğun güvenlik önlemleriyle girebildi. 1929 ekonomik buhranıyla ABD içe kapanırken, Türkiye daha çok İngiltere ve Fransa ile yakınlaştı. 1930’larda Bursa’daki bir Amerikan okulunda Müslüman bir kızın din değiştirmesi, iki ülke arasında gerginliğe neden oldu.
İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş’ın Başlangıcı
İkinci Dünya Savaşı, Türk-Amerikan ilişkilerinde dönüm noktası oldu. ABD, Türkiye’nin Almanya ile imzaladığı Saldırmazlık Paktı nedeniyle 1941’de askeri yardımları kesti. Türkiye, savaşa girme baskılarına direndi. Savaş sonrası Sovyetlerin Kars ve Ardahan’ı talep etmesi, Türkiye’yi Batı’ya yaklaştırdı. 1946’da ABD’nin Missouri gemisi İstanbul Boğazı’na gelerek Sovyetlere gözdağı verdi. Truman Doktrini kapsamında Türkiye’ye 100 milyon dolar, Yunanistan’a 300 milyon dolar yardım yapıldı. Türkiye, 1950’de Kore Savaşı’na asker göndererek NATO’ya üye oldu ve Batı ittifakının bir parçası haline geldi.
Küba Füze Krizi: İlk Güven Bunalımı
1962’de Küba Füze Krizi, Türk-Amerikan ilişkilerinde ilk büyük kırılmayı yarattı. Sovyetler’in Küba’ya füzeler yerleştirmesi üzerine ABD, Türkiye’deki Jüpiter füzelerini çekmeyi kabul etti. Ancak Türkiye, bu karardan haberdar edilmedi ve yerine Akdeniz’e Polaris denizaltılarının yer alınacağı söylendi. 1960’ta İncirlik’ten kalkan bir U-2 uçağının Sovyetler tarafından düşürülmesi de gerginlik yarattı; Türkiye, bu uçuşlardan habersizdi ama ABD’ye destek verdi. Bu olaylar, Türk elitleri arasında ABD’ye yönelik ilk şüpheleri doğurdu.
Kıbrıs Krizi ve Johnson Mektubu: Travmatik Bir Dönem
1964’te Kıbrıs’ta Rumların Enosis hayalleri, Türkiye’yi müdahale noktasına getirdi. 7 Haziran 1964’te çıkartma kararı alındı, ancak ABD Başkanı Johnson’ın mektubu soğuk duş etkisi yarattı. Mektupta, “Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi halinde Sovyetler Birliği saldırırsa, NATO Türkiye’yi savunmayabilir,” denildi. Bu sert üslup, Türkiye’de travma yarattı. İsmet İnönü, “Gerekirse yeni bir dünya düzeni kurulur, Türkiye de yerini alır,” dedi. Mektup yıllarca gizli tutulsa da, 1960’lardaki sol hareketlerle birleşerek anti-Amerikan duyguları körükledi. Amerikan askerleri denize atıldı, ODTÜ’de büyükelçinin aracı yakıldı.
Haşhaş Krizi ve Silah Ambargosu
1968’de ABD Başkanı Nixon, Vietnam Savaşı’nı bitirme ve eroin sorununu çözme vaadiyle göreve geldi. Uyuşturucunun ana kaynağı Güneydoğu Asya olmasına rağmen, ABD, müttefiki Türkiye’ye baskı yaptı. 5,000 yıldır afyon üretilen Türkiye, bu baskılara direndi; haşhaş, doğu bölgelerinde geçim kaynağıydı. 1971 muhtırasından sonra haşhaş ekimi yasaklandı, ancak 1974’te Bülent Ecevit liderliğindeki hükümet yasağı kaldırdı. ABD Kongresi, bu karara tepki olarak 1975’te Türkiye’ye silah ambargosu uyguladı. Ambargo 1978’e kadar sürdü ve Türkiye’de savunma sanayinin gelişmesine yönelik farkındalık yarattı.
1980’ler: Soğuk Savaş ve Yeni Bir Dönem
1980 darbesi sonrası Türk-Amerikan ilişkileri, askeri yardım ve iş birliğiyle tanımlı bir döneme girdi. Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü, Kenan Evren’in General Rogers’ın “asker sözü”ne dayanarak onay vermesiyle tartışma yarattı. 1980’lerde Turgut Özal, Ronald Reagan ve Margaret Thatcher ile uyumlu bir serbest pazar modeli benimsendi. Bu dönem, ilişkilerin tekrar yükseldiği bir süreç oldu. Ancak 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması, Soğuk Savaş’ın bitişiyle yeni bir dönemi başlattı.
Soğuk Savaş Sonrası: Stratejik Ortaklık
1991’de Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Türk-Amerikan ilişkilerine yeni boyutlar getirdi. Körfez Savaşı, Balkanlar’daki Bosna Krizi ve Kafkaslar’daki gelişmeler, iki ülkeyi yakınlaştırdı. Türkiye’nin Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleriyle tarihsel bağları, ABD’nin bölgeye açılımında Türkiye’yi önemli bir ortak yaptı. 1991’de “geliştirilmiş ortaklık”, 2000’lerde “stratejik ortaklık” kavramı ortaya çıktı. 1999 Marmara Depremi sonrası Clinton’ın ziyareti ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanmasında ABD’nin desteği, Türk kamuoyunda sempati yarattı.
Irak ve Çuval Krizi: Güven Kaybı
2003’te Irak Savaşı, ilişkilerde yeni bir kırılma yarattı. 1 Mart 2003’te TBMM, ABD’nin Türkiye üzerinden kuzey cephesi açmasını sağlayacak tezkereyi reddetti. Bu karar, ABD için büyük bir şok oldu. 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de Amerikan askerleri ve IKBY peşmergeleri, Türk irtibat timine baskın düzenledi; 11 Türk askerinin başına çuval geçirildi. Bu olay, ulusal onur meselesi haline geldi ve Türkiye’de Amerikan karşıtlığını artırdı. Metal Fırtına kitabı ve Kurtlar Vadisi Irak filmi, bu dönemin sembolleri oldu.
Obama Dönemi Beklentileri: Umutlar ve Endişeler
Obama’nın seçilmesi, Türkiye’de iki farklı görüşü ortaya çıkardı. Bir grup, “Taç giyen baş akıllanır,” diyerek Obama’nın sahaya göre hareket edeceğini savundu. Diğer grup ise Obama’nın seçim vaatlerine bağlı kalacağını ve Ermeni lobilerine taviz vereceğini düşündü. Obama’nın 1915 olaylarına sıcak bakışı, Kuzey Kıbrıs’taki Türk askerini “işgalci” olarak tanımlaması ve Afganistan’a yönelik sert söylemleri (örneğin, “Gerekirse Pakistan’ı bombalarım”) endişe yarattı. Ancak Irak’tan çekilme stratejisi ve PKK’yı terör örgütü olarak tanıması olumlu karşılandı. Türkiye, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine bağlı kalarak temkinli bir yaklaşım sergiledi.
Anahtar Kelimeler
TürkAmerikanİlişkileri, ObamaDönemi, OsmanlıABD, SoğukSavaş, KıbrısKrizi, HaşhaşAmbargosu, StratejikOrtaklık, ÇuvalOlayı, ErmeniLobisi, IrakSavaşı