Nükleer Silahlar ve Soğuk Savaş: Pakistan’ın Yükselişi ve Taliban Gerilimi
Nükleer silahlar, insanlık tarihindeki en yıkıcı buluşlardan biri olarak, Hiroşima ve Nagasaki’de ilk ve son kez kullanıldığında milyonlarca insanın hayatını altüst etti. Soğuk Savaş döneminde caydırıcılık aracı olan bu silahlar, günümüzde ise Pakistan ve Taliban gerilimleriyle yeniden dünya gündeminde. Bu makalede, nükleer silahların tarihsel gelişimini, Soğuk Savaş’ın dinamiklerini, Pakistan’ın nükleer güç olma yolculuğunu ve bölgedeki güncel gerilimleri detaylı bir şekilde ele alıyoruz.
Nükleer Silahların İlk Kullanımı: Hiroşima ve Nagasaki
Nükleer silahlar, ilk ve son kez 1945’te Hiroşima ve Nagasaki’de kullanıldı. Bu saldırılar, milyonlarca insanın ölümüne veya sakat kalmasına neden oldu; etkileri sonraki kuşaklarda da devam etti. İnsanoğlu, geliştirdiği bu silahla kitlesel katliam için aylarca süren savaşlara ihtiyaç duymadan, milyonları dakikalar içinde yok edebilecek bir güce erişti. Ancak bu güç, aynı zamanda ciddi bir caydırıcılık unsuru olarak tarihe geçti.
Soğuk Savaş ve Nükleer Caydırıcılık
Soğuk Savaş, Washington ve Moskova arasındaki rekabetin doruk noktasıydı. Küba Füze Krizi, Kore Savaşı, Türkiye’ye yerleştirilen Jüpiter füzeleri, uzay yarışı ve Afganistan’ın işgali gibi olaylar, iki süper gücün gerilimlerini tırmandırdı. Binlerce nükleer başlık ve konvansiyonel silaha sahip bu iki güç, dünyayı yok olma kabusuyla karşı karşıya bıraktı. Ancak nükleer silahlar, paradoksal bir şekilde barışın güvencesi oldu. Her iki taraf da bu silahların yalnızca kendilerinde olmadığını ve bir saldırı durumunda karşılıklı yok oluşun kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Bu nedenle Soğuk Savaş, tarihe uzun bir barış dönemi olarak geçti.
Küba Füze Krizi ve Nükleer Silah Anlaşmaları
1962’deki Küba Füze Krizi, insanlığın yok olma tehlikesini en yakından hissettiği anlardan biriydi. Moskova ve Washington, tehlikeli bir oyun oynadıklarının farkına vardı. Taraflar, nükleer ve konvansiyonel silahların üretimini ve kullanımını sınırlayan anlaşmalar imzaladı. 1963’te imzalanan Nükleer Denemelerin Kısmi Yasaklanması Anlaşması, atmosferde, uzayda ve deniz altında nükleer denemeleri yasakladı, ancak yer altındaki denemelere izin verdi. Bu anlaşma, gerginliği bir nebze azaltsa da, nükleer silahlanma yarışını tamamen durduramadı.
Soğuk Savaş’ın Sonu ve Yeni Düşman Arayışı
1991’de Soğuk Savaş’ın resmen sona ermesiyle dünya rahat bir nefes aldı. Ancak bu rahatlama, bazı tehlikelerin gözden kaçmasına neden oldu. Amerika Birleşik Devletleri için nükleer sanayiyi canlı tutmak, süper güç statüsünü korumanın temel unsuruydı. Foreign Affairs dergisinde Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” makalesi, yeni bir düşman tanımı getirdi. Sovyetler Birliği’nin yerini dolduracak bu tehdit, komünizm kadar büyük ve tehlikeli olmalıydı. Bu teori, İslam dünyasını yeni düşman olarak konumlandırdı.
Afganistan ve Medeniyetler Çatışması
Soğuk Savaş sırasında Afganistan’da Sovyetlere karşı yürütülen mücadele, Batı tarafından desteklenen radikal grupların yükselişine zemin hazırladı. Komünizme karşı cihat söylemi, Medeniyetler Çatışması teziyle birleşti ve Körfez Savaşı’yla “Haçlılara karşı savunma” algısına dönüştü. Kenya ve Tanzanya’daki Amerikan elçiliklerine, Yemen’deki Amerikan savaş gemisine düzenlenen saldırılar, yeni düşmanın adını koydu: El Kaide ve destekçileri. Afganistan, bu gruplar için en uygun hedeflerden biri haline geldi.
Pakistan’ın Nükleer Güç Yolculuğu
Pakistan, Soğuk Savaş sonrası dönemde nükleer silah yarışına katıldı. Hindistan ile Keşmir üzerindeki anlaşmazlık, 1972 Simla Konferansı ile geçici bir çözüme kavuşsa da, Hindistan’ın 1974’teki nükleer denemesi güç dengesini bozdu. Pakistan, “Kuru ot yeriz, aç kalırız ama nükleer bomba yaparız” diyerek kararlı bir şekilde harekete geçti. 1976’da kurulan araştırma laboratuvarlarıyla başlayan süreç, 1998’de Belucistan’da gerçekleştirilen beş başarılı nükleer denemeyle sonuçlandı. Dönemin başbakanı Navaz Şerif’in tarihi açıklaması, Pakistan’ı coşkuya boğdu.
Uluslararası Tepkiler ve İslam Bombası Tartışmaları
Pakistan’ın nükleer güce sahip olması, uluslararası toplumda büyük yankı uyandırdı. Müslüman bir ülkenin bu güce erişmesi, “İslam Bombası” olarak adlandırıldı ve Batı’da korku yarattı. Amerika Birleşik Devletleri, ambargo tehdidinde bulundu, ancak diplomatik çabalar sonuçsuz kaldı. Türkiye, dostluk ve kardeşlik adına Pakistan’ın yanında yer aldı. Ancak uluslararası baskı, ekonomik ambargolar ve diplomatik yaptırımlarla devam etti.
Medreseler ve Taliban’ın Yükselişi
Pakistan’daki medreseler, 100 yılı aşkın bir süredir İslam bilimlerini öğretmek için kurulmuştu. Ancak 1980’lerde Sovyet işgaline karşı cihat hareketiyle medreseler dönüşüm geçirdi. CIA ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle radikalleşen medreseler, komünizme karşı mücahit yetiştiren merkezlere dönüştü. Sovyetlerin çekilmesinden sonra Batı’nın bölgeden çekilmesi, suç oranlarının artmasına ve Taliban’ın güçlenmesine yol açtı. Taliban, Afganistan’da yönetimi ele geçirdi ve yabancı güçlere karşı saldırılarını artırdı.
Pakistan’da Taliban Gerilimi ve Sivat Vadisi
Pakistan’ın Sivat Vadisi’nde Taliban ile ordu arasındaki çatışmalar, bölgedeki gerilimi tırmandırdı. Sivatlılar, şeriat yasalarının barış getireceğini düşünse de, Taliban’ın sosyal yaşamı tehdit eden varlığından rahatsız. Dünya, nükleer güce sahip tek İslam ülkesinin Taliban kontrolüne girmesinden endişe duyuyor. 2009’da yapılan bir anlaşma, şeriat yasalarının uygulanmasını öngörse de, militanlar anlaşmaya uymadı ve tehdit başkent İslamabad’a 60 kilometre mesafeye kadar yaklaştı.
Amerika’nın Politikaları ve İnsansız Uçak Saldırıları
Amerika Birleşik Devletleri’nin Pakistan’daki insansız uçak saldırıları, bölgedeki Amerikan karşıtlığını artırıyor. Obama yönetimi, Bush politikalarından farklı bir yaklaşım sergilemeye çalışsa da, 17.000 ek askerin gönderilmesi samimiyet konusunda kuşku yaratıyor. Pakistan Dışişleri Bakanlığı, bu saldırıları kınayarak yalnızca Pakistan ordusunun operasyon yapma hakkına sahip olduğunu vurguladı. Ancak Batı’nın Taliban genellemesi, sorunu derinleştiren bir kısır döngüye yol açıyor.
Taliban’ın Gerçek Yüzü ve Medrese Öğrencileri
Taliban, medrese öğrencisi anlamına gelen “talebe” kelimesinden türemiş bir terim. Ancak medrese öğrencileri, militan Taliban’la ilişkilendirilmekten rahatsız. Mardan’daki medrese öğrencileri, Batı’nın genellemelerinden şikayetçi: “İslam silaha ve baskıya karşıdır. Militan Taliban’ı desteklemiyoruz.” Batı’nın İslamofobi söylemi, bölgede cihat söylemlerini artırıyor ve bu da daha fazla askeri operasyonu beraberinde getiriyor.
Bölgesel Gerçekler ve Çözüm Arayışları
Pakistan Dışişleri Bakanlığı, askeri çözümlerin tek başına yeterli olmadığını, bölgenin az gelişmiş bölgelerine yatırım yapılması gerektiğini vurguluyor. Yerel yönetimlerin ve aşiretlerin desteklenmesi, refah seviyesinin artırılması gerektiği belirtiliyor. Obama’nın “ılımlı Taliban’la görüşmeye açığız” mesajı, siyasi bir çözüm arayışını işaret etse de, bu yaklaşım yeni değil. Pakistan ordusu, halkından ve aşiretlerden destek alsa da, Batı’nın politikaları bölgedeki imajını düzeltmekte zorlanıyor.
Pakistan’ın Geleceği: Radikalleşme Tehlikesi mi?
Pakistan, 160 milyonluk nüfusuyla kolayca radikalleşecek bir ülke gibi görünmüyor. Ancak Batı’nın yanlış politikaları ve genellemeler, bu riski artırabilir. Pakistan, tarihsel olarak ılımlı bir dünya görüşüne sahip; militanizm, genellikle diktatörlük dönemlerinde artış gösterdi. Demokratik bir Pakistan’da bu tehdit düşük, ancak bölgesel gerçekler dikkate alınmazsa tehlike büyüyebilir.
Anahtar Kelimeler: NükleerSilahlar, SoğukSavaş, PakistanNükleer, TalibanGerilimi, KübaKrizi, MedeniyetlerÇatışması, AfganistanSavaşı, MedreseRadikalleşmesi, SivatVadisi, AmerikanPolitikaları